Kara Rahip
Pazar akşamı, ritüeller sonrası üstüne binen yorgunluğun etkisiyle kendisine Fransız usulüyle kahve demlemek istedi rahip. Ağır ve sebepsiz yorgunluğun etkisiyle sanki Tanrısına off çeker gibi bir halde, öfleye püfleye kahve ritüelini yerine getiriyordu, yalnız başına. Kilisenin kendisine ayrılmış odasında, kahvesini demledikten sonra çalışma masasına oturdu ve yudumlamaya başladı, acı kahvesini.
Masanın aynasından kendisine bakıyordu, sanki sorguluyordu bakışları: kendisini, hayatını, ne yaptığını, amacını, absürtlüğü, anlamsızlığı, anlamlılığı… Zihni aşırı yüklenmiş gibi bir halde bir an uykudan uyanır bir şekilde irkildi. Odasında ışık loştu. Ay ışığının içeri hükümle girişi dışında titrek alevli bir gaz lambası vardı.
Rahat bir hayatı vardı, madden. Karışık, doyumsuz bir hayatı vardı, ruhen. Kahvesini içerken hafiften zevk alıyordu, sanki dilindeki acılığından bihaberken.
Birden huzursuz oldu, sanki havada uğursuzluğun kendisi, bizatihi kendisi vardı. Birden ayakları kaskatı kesildi. Bacaklarından, oradan da kalçalarına yükselen bir felç hali vuku buldu.
Rahip doğal yetilerinin bir anda kesilmiş, gitmiş olmasından korkuya ve tekinsiz bir endişeye kapıldı. Havada kahvenin kokusuyla karışan uğursuzluk vardı, geziniyordu.
Rahip iki elini oturduğu sandalyenin tahtalarına koyup tutunup hareket etmeye çalışsa da kendisinin bu çabası pek âlâ sonuçsuzdu, vahim bir haldi. Birden aynaya baktığında kendisinin “özgür” halini gördü -kahvesini ayakta yudumlayan, yürüyen, ona alayla keyifli bir şekilde gülen yansımasını.
Aynanın arkasından sanki bir sızıntı gibi dağılan kara duman rahibin ayaklarına ilerlemeye başladı.
Rahip delirecek gibiydi. Tüm yorgunluğu ve sakinliği, yerini dehşete ve şaşkınlığa bırakmıştı. Yansıması, aynadaki yansıması, aynadaki “özgür” yansımasının delilik alameti olabileceğini düşündü.
Yüce Tanrı aklını mı alıyordu acaba? Bu bir ceza mıydı yoksa bir lütuf muydu? Aklın yokluğundan göreceği muamele ve mertebe kaybından ceza mıydı, yoksa aklın noksanlığından ilahi sorumluluğun kalktığı bir lütuf muydu?
Rahibin aynadaki yansıması sinsi, alaycı ve sanki potansiyel psikopatik imajındaydı. Rahibin bastırdığı tarafı mıydı ki bu? Kim bilir?
Yansıma anlık imgelem yoluyla bir yakın bir uzak, bir ters bir yamuk görünüyordu. Rahibin ayaklarından bacağına, oradan da kalçasına ve beline yükselen kara duman beyaz cübbesinden içeri giriyordu. Giderek yükselen kara duman burun ve kulak deliklerinden, ağzından vücudunun içine giriyordu. Buz gibi bir yalnızlıktı hissettiği şu an rahibin. Tüm vücudu kaskatı kesilmiş çığlık atmayı unutmuştu şahit oldukları karşısında. Şu andan sonra da istese de atamazdı, dışa vuramazdı yaşadığı dehşeti, çünkü ses telleri de felce uğramıştı. Rahip, son kez yansımasını, daha dardan genişe bir perspektiften, daha küçük bir çerçeveden görüyordu. Kara duman gittiğinde karşısında kara cübbeli, siyah irisli, kendisinin tıpkısını görüyordu.
O geceden sonra kasabada cinayetler eksik olmadı. Kurbanlarının durumundan hiçbir kelime tam anlamıyla bahsedemezdi, dil yetersiz kalırdı. O gece canavar uyanmıştı.
Yazar: Caner Kösedağ
Instagram: caner_kosedag
Bluesky: canerkosedag